Bir ressamın tablosunu oluştururken gösterdiği özeni gösterdim sana hep, ne bir eksik ne bir fazla fırça darbesi vurdum sana olan derin hislerime. Ne gereksiz bir renk vardı aramızda ne fazla sürülmüş siyaha çalan gri darbeler.
Bir manzaraydın kimi zaman bana, uzaklardan batan bir güneş, kimi zaman ucu bucağı olmayan sana uzanan bir yol yada bir su birikintisi. Gördüğüm her kareye seni sığdırabilirdim ben, düşlediğim her manzaraya senin renklerini iliştiridim. İçinde sen olmayan kareler çoğu zaman boş tuvallerdi benim için.
Adını koyamadığım bir gariplik vardı, bazen ne hissettiğini bilmezsin, içinde bazı şeyler çok güçlü vuku bulur, sarsar dengeni bozar... Seni anlattığım her tabloda bu adını koyamadığım içinde bir tutam hüzün, birazda gir tonlar vardı.
Sana çizilen her tablo biraz yarım kaldı, biraz eksik ve en çok sensiz...
Fırça darbelerim mi yanlıştı, yoksa çizmeye çok yanlış yerden mi başladım? Tuvallerde doğan güneşi çizmeye başlarken çoğu zaman güneşi batırırdım. Küçük bir sonbahar meltemi eklemek isterken fırtına çıkarıp her şeyi yerle bir edişlerimde oldu...
Sana çizilen her resimde seni kaybettim ben, her tuvalde biraz daha...
Çizmeye çalıştıkça daha çok battım siyaha çalan gri darbelerinde.
Sahi!
Bir ressam hayatında hiç görmediği bir manzaranın, bir suretin..
Resmini nasıl çizebilirdi ki? Çizemezdi... Çizemedi...
Resmini nasıl çizebilirdi ki? Çizemezdi... Çizemedi...